ŞEYLERİN ÖYKÜSÜ 2: MASA

ŞEYLERİN ÖYKÜSÜ 2: MASA

İlkokulu bitirdiğim yaz.

Bahçesi çiçekler, çeşit çeşit ağaçlarla dolu iki katlı evimizin arka tarafındaki odunluk, marangoz atölyesi haline getirilmiş. O atölyede hummalı bir faaliyet. “Oyunla Okuma Öğretimi” küpleri kesiliyor, zımparalanıyor, boyanıyor, üzerine kelimeler basılıp, kutulara konuluyor. Biz de yardımcıyız bu işlere. Sadece atölyede değil faaliyet, evin içinde de devam ediyor. Okullar açılacak yakında, evde oturma odasındaki yemek masasında reklam broşürlerine adresler yazılıp hazırlanıyor.

O masa aynı zamanda hem biçki dikiş işleri hem tavla partileri için kullanılıyor.  Kenarlardan sarkan geniş örtüsü altına girip, kardeşimle kimi zaman saklambaç kimi zaman evcilik oynuyoruz. Beş yıldır o masada kitap ve defterlerimi yayarak ders çalışıyorum çalışmasına da artık ortaokullu oldum. Bir çalışma masasını hak ettim. Bu kalender, mütevazı masa benim açımdan önemini yitirdi. Zaten büyümüşüm, genç kız olma yolundayım. Masa altında saklambaç, evcilik oynamak da neymiş, yakışır mı artık bana...

O ara teyzem evlendi, gitti. Evde bir oda boşaldı. Kardeşimle bana demirden bir ranza alındı. Gene babamın yaptığı, daha önce teyzemin kullandığı ahşap giysi dolabı o odaya taşındı. Ranzanın yaslandığı duvarda bir seki var, oraya tahta raflar yerleştirildi. Kitaplık da hazır yani. Ama bir eksik var: Kardeşim ilkokula başlamış, ben ortaokula. Ona da bana da çalışma masası gerek.

Annemle babam düşündü taşındı. Biri ilkokul, diğeri ortaokulda okuyan iki kız çocuğunun cüsselerine göre, enini boyunu hesaplayıp, bir çalışma masası tasarladılar. Babam kolları sıvadı. Epeyce uğraştı. Arkadaki atölyede güzel bir çalışma masası yaptı. Açık sarı renkte, parlak cilalı, çam kokulu, kalemi, silgiyi, cetveli koymak için tablasının altında iki çekmecesi olan, alt kısmındaki kilitli iki kapağın arkasına kitap yerleştirmek için raflar konmuş bir masa.

Penceremizin önüne yerleştirdik. İşte tamam, odamızda eksik kalmadı.

Oh ne güzel. Bize de çalışmak kalıyor geriye. Bu görevi doya doya yerine getiriyoruz. Masa memnun, biz memnun. Ortaokul bitti, lise bitti. Daha çok ben kullanıyorum masayı. Hacettepe Tıp Fakültesi'ni kazandım. O ara bahçeli evimizi bırakıp,  az ilerde yeni yapılan apartmanın birinci katına taşındık. Yeni odamız çok daha büyük. Duvardan duvara uzanan gömme dolabımız, ortasında bir ayna, aynanın arkasında kocaman, gizli bir kitaplığımız var. Masamız pencere yanında. Başına oturduğumuzda kaldırımdaki ağaçları, sokaktan geçenleri, karşıdaki apartmanları görüyorum, hatta sokağın içindeyim sanki.

Büyümüşüm, bacaklarım uzamış, masanın alt kısmında kapaktaki anahtara dizlerim dayanıyor, batıyor hatta, rahat edemiyorum, kızıyorum ona. Dersler zorlaşmış, ha bire çalışıyorum. Üçüncü sene masanın üstüne kuru bir kafa, birkaç kemik yerleşti. Kocaman Sobotta, o da yetmemiş Gray’s anatomi atlasları, ders notları masada. Daha sonra kallavi farmakoloji kitapları da ekleniyor. Dolabın alt rafları kitaplarla doluyor. Latince terimleri ezberleyemiyorum bir türlü. Gece yarılarına kadar çalışıyorum. Evde bana hiçbir iş verilmiyor, yeter ki çalışayım. Bazen beynim duruyor sanki, okuduklarımı anlamaz oluyorum. Kimi zaman ayna karşına geçip saçlarımı tarıyor, kıyafet deniyorum ya da başımı masanın sert yüzeyine dayayıp uyukluyorum. Hepsi sıkıntıdan... Biraz mola vermek, bir nefes almak için. Salona gitsem beni ayartacak çok şey var orada. Oda dağınıksa dikkatimi toplayamıyorum. Kardeşimi eşyalarını toplaması için sık sık ikaz ediyorum. Ona batıyor bu durum. Neymiş efendim gece geç saatlere kadar odanın ışığı açık kalıyormuş,  uyuyamıyormuş. Sabah erkenden anatomi terimlerini ezberlemek için yüksek sesle çalışıyormuşum,  onu uyandırıyormuşum, daha neler neler...

Hatta “Hanım Ablam Ders Çalışıyor” diye bu durumu abartarak anlatan, çizgi roman tadında iğneli yazılar yazarak beni protesto ediyor. O da yetmiyor, evdeki herkese okuyor. Onlar neşeyle salonda sohbet ederken, televizyon izlerken, akşam çaylarını içip, balkonda keyif yaparken ben neler çekiyorum... İstemez miyim yanlarında olmak... Evin içinde ben hem varım hem yokum. Sanki sadece  oda ve masa benim yaşam alanım. Seneler sonra kuzenlerim o yıllarla ilgili olayları anlatıp gülüşürlerken fark ediyorum ki o anıların içinde ben yokum.

Saatlerce başında oturmaktan, masa bana batıyor. Ama çare yok, dizlerim acısa da, kollarım kızarsa da, boynum tutulup, başım sert zeminde yassılıp ağrısa da çalışacağım. Stajlar başlayınca masa başında geçirdiğim süre azalıyor. Sonra ben evlenip gidiyorum, hoşça kal emektarım...

O ara üniversite sınavlarına hazırlanan kardeşim ODTÜ Mimarlığı kazanınca kocaman bir çizim masası geliyor eve.

Bir türlü sığışamadığım, bana son zamanlarda rahatsızlık veren masamıza ne oluyor?

Yengem “Bu masa çok uğurlu. Onda ders çalışanlar en iyi okulları kazanıyor” diyerek sahip çıkıyor. Masa, birinci kattaki evin en küçük odasında, gene bir ranza yanında. Kışın aydınlık olsun diye pencere kenarına çekiliyor, öndeki elma ağacıyla sohbette. Yazın ise pek kullanılmıyor, iç taraftaki duvarın dibine yanaştırılıyor. Bomboş duvara bakıp duruyor. Üç kuzenim de onun üzerinde çalışıp, üniversiteyi bitiriyor. Bu süreçte hayli yıpranıyor tabii. Üstü çiziklerle doluyor, bir köşesi kırılıyor, rengi soluyor.

Masanın bir gözü küçük Aylin’in, diğer çekmecesi ortanca Erkan’ın, alttaki iki raflı kilitli kısım ise evin en büyüğü Niyazi’nin. Niyazi mal kıymeti bilir. Her şeyi saklar. Ailenin arşivi onun elinde. Diplomalar, evrak, dedemin el yazısıyla yazdığı vasiyeti, gazete kupürleri, aile içi komik haberlerin yazıldığı bizim için çok özel, tek nüshalı el yazması gazeteler... Evde yapılan tavla maçları sonuçlarının yanı sıra, Trabzonspor maç karşılaşmaları puanlarının tek tek yazıldığı defterler, dergiler, kitaplar,  daha neler neler... Bunlar kimsenin eline geçmemeli! Öyle şeyler saklanıyor ki içinden biri bile kaybolmamalı, hasar görmemeli. Hatta “Dolap Mesuliyet Komutanlığı” oluşturmuş, anahtar annesinde. Ola ki biri dolabı açacak olursa neden açtı, neye baktı, içinden bir şey aldı mı, yazılı olarak beyan edip, tarihi ve saati de belirtip, bir de imzalamak zorunda.

Her iki abi, o masada Ziraat Fakültesi'ni bitiriyor. Evin en küçüğü Aylin, peyzaj mimarlığını kazanınca masa gene dar geliyor. Çizim masası lazım.

Neyse ki büyük abi o sıra başka bir eve geçiyor. Masamız bu sefer ikinci kata terfi edip, pencere yanındaki duvarın kenarında, bilgisayar masasına dönüşüyor. Bu keyif kısa sürüyor. İki sene sonra abi evlenince, eski masayı kimselere vermeye kıyamıyor. Ama yeni evinde yer de bulamıyor, apartmanın bodrum katına indiriyor.  Karanlık, sessiz depoda, yalnızlık içinde, bir başına seneler geçiriyor.

Taa ki ilk sahipleri olan iki kız kardeş yani biz onu oradan çıkarana dek. Ben nedense pek de hoşlanmıyorum bu masadan. Ona bakınca başında geçirdiğim uykusuz geceler, akıp giden seneler, belki de doya doya yaşayamadığım gençliğim geliyor aklıma.

Güzelce bir elden geçiriliyor, temizlenip parlatılıyor. Aydınlık, ferah, yola bakan bir Ankara odasında, gene pencere önüne yerleştiriliyor. Dışarıdaki bereketli vişne ağacıyla komşuluk ederek, yoldan gelene geçene gülümsüyor.

Üstünde bir anı defteri: Gelen ziyaretçiler,  onun elli beş yıllık uzun hikâyesinden habersiz, Cin Ali Müzesi'nde geçirdikleri benzersiz anlara ait duygularını, bembeyaz sayfalara dökerek, onun yolculuğuna eşlik ediyor. Yeni bir hikâye yazılıyor...

 

                                                                                                                                                                                                                                                              21 Eylül 2020 

Nesrin KALAYCIOĞLU