ŞEYLERİN ÖYKÜSÜ 3: KEMAN
"Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer,
Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer.
Ne yazık ki deniz engin, şu ufuklar ölgün,
Bin elemle doğuyor her yeni gün"
Seniha Hanım, ilkokul öğretmeniydi ve müziğe çok meraklıydı. Beşikdüzü’nde yeni açılan okulda müzik eğitimini o üstlenmişti. Muzaffer Sarısözen’in “Bir Türkü Öğreniyoruz” saati başladığında, müziğe meraklı öğrencilerini, okuldaki tek radyonun bulunduğu müdürün odasında toplar, radyoyu açar, şarkıları dinletip öğretirdi.
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” şiarına inanmıştı.
Amacı öğrencilerin canlı, ritimli, temiz sesle, toplu olarak türküleri ve marşları söyleyebilmeleri, güzellik ve armoni zevkini alabilmeleri ve basit parçaları bir âletle seslendirebilmeleriydi. Her öğrencinin keman, mandolin, akordeon, saz gibi bir müzik âletini çalabilmesi için canla başla çalışırdı. Öğrenciler de boş zamanlarının çoğunu bir müzik âleti çalarak, bir türkü veya marşı söyleyerek geçirirdi.
Remziye, ikinci sınıftayken, okulda ana çalgı âleti olarak benimsenen mandolini ilk defa eline aldı. Müziğe yetenekliydi. Mandolinin yanı sıra keman, bağlama ve akordeon öğrenme imkânı vardı. Keman sesi o kadar hoşuna gidiyordu ki keman almak için okuldan verilen harçlığı harcamıyor, biriktiriyordu.
Bir gün nihayet kendi kemanını büyük bir sevinçle kucaklayabildi. Hevesle keman yastığını sol omzu üstüne koydu, yere paralel bir şekilde, çenesi ve omzu arasına sıkıştırdı, arşeyi sağ eline aldı. Gözlerini kapayıp, uzun parmaklarıyla ilk notaları çaldı. “Do, Fa, Mi, Fa, Sol, Sol, Do…" Bir yandan da heyecandan sesi titreyerek marşı mırıldanıyordu. “Sürer eker biçeriz …”
Bu anın mutluluğunu, yaşadığı sürece hatırladı.
Beş yıllık öğretim süresinde özel çalışmalar dışında ortalama 450 saat müzik eğitimi veriliyordu. Okulda Hoffman metodu takip ediliyordu. Remziye her fırsatta ders saatlerinin dışındaki müzik çalışmalarına da katılıyordu. Kısa sürede ilerledi, üçüncü sınıftayken kurulan orkestrada ikinci keman oldu.
İstiklal Marşı bu orkestra eşliğinde okunur, her sabah güne gruplar halinde ve müzik eşliğinde oynanan yöresel halk oyunlarıyla, halaylarla, horonlarla başlanırdı. Hep bir ağızdan türküler ve marşlar söylenirdi. Sabah etkinliklerine tüm öğrencilerin katılması zorunluydu.
Remziye yazları bir aylık izninde memlekete giderken, hiç üşenmez, tahta bavulunu bir eline, kemanını da diğer eline alıp günlerce süren yolculukta yanında götürürdü.
Kardeşlerine kemanla enstitüde öğrendiği İstiklal Marşı, Ziraat Marşı, Gençlik Marşı, Dumlupınar Marşı, Ankara ve Onuncu Yıl marşlarını ve Arpa-buğday, Köroğlu, Keklik, Edremit Efesi, Menekşe, Meşeli, Ayşem, Süpürgesi Yoncadan gibi türküleri çalar, mahalledeki çocuklar, komşular da bu müzik ziyafetinden paylarını alırlardı.
Köyünde öğretmenliğe başladığında narin, kibar kemanı da yanındaydı.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'ne de sımsıkı sarıldığı kemanıyla gitti.
Yüksekokuldan mezun olup Gölköy Köy Enstitüsü'nde göreve başladığında, kaldığı odanın baş köşesindeydi kemanı. Orada ilk maaşıyla bir Isparta halısı ve Singer marka bir makas aldı. Bu üç eşyasını hep özenle kullandı, gözü gibi baktı onlara.
Yıllar yılları kovaladı. Çalmaya fırsat bulmasa da evindeki en kıymetli eşyasıydı kemanı.
Arada kabından çıkarıp okşardı onu. Bazen çocuklarının eline verir, onlara nasıl tutacaklarını, akordun nasıl yapılacağını gösterirdi. Kemanla bir oyuncak gibi oynayan acemi ellerde gitgide telleri koptu, kabı aşındı. Sevgili kemanına bakamadığı için Remziye Öğretmenin içi gidiyordu. Zaman geçtikçe çalmayı da unuttu.
Enstitüde hafta sonu eğlencelerine köy çocukları da davet edilirdi. Onları teşvik etmek için yaşıtlarından keman ve piyano dinletilirdi. Harika çocuklar Suna Kan ve İdil Biret, Hasanoğlan’a misafir olarak gelip konser vermişlerdi. O zaman dokuz yaşında olan Suna Kan’ın verdiği konser sonrası, ondan bir sınıf önde olan Talip Apaydın, Suna’nın parmağındaki yüzüğü göstererek, “Senin bu kadar güzel keman çalman, bu yüzüktendir. Şu yüzüğü çıkarayım da ondan sonra çal” diye şaka yapmıştı.
1960’lı yıllarda, o küçük kız büyümüş, Remziye’nin Bahçelievler 1. Cadde'deki evlerinin tam karşısındaki apartmanın giriş katında oturuyordu. Bir zamanlar köyde keman çalarken onu dinleyen komşuların yerini şimdi kendi kızları almış, Suna Kan evinde çalışırken, gidip penceresinin altına çömelerek, keman dinliyorlardı.
Remziye Öğretmen kızlarına klasik müzik zevkini aşılamıştı, fakat ikisi de keman çalmaya yeltenmedi.
Yıllar sonra, bir deprem sonucu ortaokul ikideki torunu, okumak için yanına yerleşti. Okuldaki arkadaşlarından keman çalanları görüp, özendi. Babasına “Ben keman çalmayı öğrenmek istiyorum. Bana bir keman alır mısın? “ deyince o eski, kıymetli keman hatırlandı.
Anneanne torununun bu isteğine çok sevindi.
Gözleri parlayarak kendinden beklenmeyen bir çeviklikle kalktı. Tozlu, yer yer derisi yıpranmış, yırtılmış keman kutusunu getirdi. İçinden kemanını çıkarttı. Müziğe meraklı büyük damadına dönerek:
“Sen musikişinassın. Bunu elli yıldır saklıyorum. Ancak sen bunu tamir ettirirsin. Torunum da çalarsa çok mutlu olurum” diyerek verdi.
Damat, Samanpazarı’nda epeyce saz evi dolaşıp araştırdı. Kimse tamire yanaşmadı. Sonunda biri “Abi bunu adam etmek zor. Ücretini verirsen ben bunu eski haline getiririm” deyince rahatladı. Bir hafta sonra yenilenmiş kemanı kayınvalidesine “İşte senin kemanın” diyerek teslim etti.
Anneanne kemanı görünce, çocuklar gibi sevindi. Gözleri yaşardı, sevinçten ağlar gibi oldu. Sanki köy enstitüsü yıllarına döndü. Önce kemana baktı, yavaşça omzuna koydu, sonra yayı eline aldı. Ziraat Marşı'nı çalmak istedi, yapamadı. Kızı, damadı, torunu hep bir ağızdan söylemeye başladılar. Kendisi de şevkle koroya katıldı.
Sürer eker biçeriz güvenip ötesine
Milletin her kazancı milletin kesesine
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine
Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz
Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz
Torununun yaşındayken ilk defa kemanı eline almıştı. Genç kıza, sadece kemanını değil, anılarını da birlikte verdi.
Başak, hemen İzmir Caddesi'ndeki kursa kaydoldu, hevesle öğrenmeye başladı. Üniversiteye hazırlandığı sırada, keman çalışmak çok zamanını alınca vazgeçti.
Bir süre sonra keman eski yerine döndü. Yıllarca bir çatı arasında, unutuldu.
Ne zaman yeniden anılar hatırlandı, eskiler gün yüzüne tek tek çıkmaya başladı o zaman kemanın da tozları alınıp parlatıldı. Onu sevenlerin anılarıyla dolu bir müze odasında, en korunaklı köşeye, özenle yerleştirildi.
Ona sadece bakanlar, vitrinde bir keman görürler. Ama yanına iyice yaklaşıp onun fısıltıyla anlattığı hikâyeye kulak kabartanların gönüllerinde, bir sevgi tomurcuğu açılır ve saygıyla önünde eğilirler.
13 Ekim 2020